Haydi Gökyüzü!


                                    


   Şehrin kalabalık caddesindeyim. Kaldırımın duvarla bitişen yerinde. Sırtımı yaslıyorum. Başımı kaldırıyorum. Uçsuz bucaksız uzanıyor gökyüzü gözlerimin önünde. Açık mavi rengi, sökülmüş pamuk gibi biçimsiz, parça parça bulutlarıyla... Derin bir nefes alırken iniveriyor başım benden habersiz. Gözlerim yine şehirle karşı karşıya geliveriyor. Hiç istemediğim halde görüyorum insanları ve acınası telaşlarını. Koşuyorlar oraya buraya. Yüreklerinde kaygı ya da acı kim bilebilir... Dalgınlar, yorgunlar, solgunlar! Olmak istediğim insanlardan çok uzaklar. Peki ya ben. Koşmalı mıyım onlar gibi? Ya da koşuyor muyum farkına bile varmadan? Nefret ettiğim şeyi mi yapıyorum? Şimdi düşünmek istemiyorum bunları. Gökyüzü demiştim. Evet evet, bu iyi. Gök, mavi, bulut ve şehir! Ah şehir! Kalıcı değilsin ki gökteki bulutlar gibi. Bağlanmak istemem sana. Sahi, onlar da durmaz ki? İstanbul'dan içine alıverdiği kirli suları damla damla diğer şehirlere taşıyan o hain bulutlar değil mi? Bunu da düşünmek iyi gelmiyor bana, her neyse. Ama bir şey var ki şu telaşlı kalabalıktaki herkeste, değiştirmiyorlar onu bir türlü, vazgeçmiyorlar aynı kötü alışkanlıktan ömürlerce. Peki ama şu ''Hata" adlı sivri köşeli çakıl taşını asırlarca cebinde taşımak niye?

     Peki sorsam kendime, hatamız ne? Nedir bu telaş, bu koşturma. Sanki bir yarış yolda yürürken çarpışırcasına. İstanbullular bilirler! Çarpışma ve yarış derken sankisi fazla kırgınlığı ise fazla fazladır. Peki ya hata nerde? Buldum...bulmaz olaydım ama buldum hatamı hatamızı. Çok basit: Hatasız yaşama telaşı! 


                                      


     Ey gökyüzü! Salıver birkaç güçlü damla. Birkaç dakikalığına da olsa ara versinler koşmaya. Anlamıyorlar! Anlamayacaklar! Esas olanın işe yetişmek değil, yolda çarpıştığı insanın gönlünü almak olduğunu kavrayamayacaklar. Yanlarından koşarak geçtikleri çiçekçiden yayılan kokuyla, nefes aldığını hissedebilmenin daha kolay ve hızlı olduğunu...

        Anlamayacaklar! Onlar yine görevler tamamlayacaklar şehrin dayattığı. Ve arsız şehir yetinmez,
durmaz ya yerinde, hep daha iyisini daha yenisini sunar şu talihsiz kalabalığa. Ve inandırır kolayca zavallıları, hedefine ulaşmak adına zalim bile olmanın bir sakıncası olmadığına! Rüzgarıyla mı fısıldıyor, suyuyla mı damarlarına giriyor bilmem! Mutlu etmek adı altında, itiyor ve zorluyor insanları. Ve bu yorgunluktan, ilk arkalarında bıraktıkları, daha hızlı koşabilmek için, insanlıkları oluyor insanlıkları! Haydi gökyüzü! İyice bir ıslat şunları. Belki uyanırlar. Ve bir ihtimal yağmurun dinince, arkalarına dönüp düşürdüklerini ararlar...
     Öyleyse bana şimdi huzur veren gökyüzü! Birazdan şifa ol onlara. Hepsine olamasan da, en azından bir kısmına...

Ece Mine
 
 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçimden Bir Ses Kalk Çalış Diyor... Neyse sustu!

Mutluluk Pastası (Farabi'den Alıntılarla)

Bu Kutu Bildiğiniz Gibi Değil! (Kutu Filmi)