Değerliyim, Değerlisin, Değerliyiz, Falan Filan...
Hiçbir varlık, canlı ya da cansız, gereksiz değildir bu alemde. Yaz ayında elinizle kovaladığınız sivrisinekten tutun da altından geçtiğiniz ağacın dalından kopup ayak ucunuza düşen sararmış bir sonbahar yaprağına kadar... Hepsi değerlidir, gerçekten, hepsi! İnsanlar! Onlar da değerlidir. Genci yaşlısı, kadını erkeği... Ne güzel değil mi böyle düşünmesi! Yanlış demiyorum söylediklerime fakat sözde kalıyor ya hani. Sohbetlerde güzel güzel dökülüveriyor dilimizden de sonra havaya karışıp yok oluyor ya ''Herkes değerlidir'' düşüncesi. Ne acı değil mi?
Evin küçük oğlu ile onun kız kardeşi birlikte oyun oynuyordu. Oğlan meraklı ve aceleci, kız özenli ve dikkatli. Aceleden mi ne kırıverdi oyuncağı oğlan. Eyvah! Sesi duyan anne ve baba hemen kardeşlerin yanına geldi. Ve işte o soru: ''Hanginiz yaptı?''. Bir dakikalık bir sessizlik. ''Ben yaptım!'', dedi kız kardeş ve güzel bir azar işitti. Neyse ki bu sefer okkalı bir tokata denk gelmedi. İşte o zaman ağlardı. Ağlamadı. Güçlü durması gerektiğini ona kimse söylememişti ama o genine işlenmiş gibi, her kadının damarının içine bir damla verilmiş cesaret sıvısının varlığını hisseder gibi, güçlü durdu. Oyunlarına geri döndüler. Oğlan mahcup yere bakıyor. Ne bir teşekkür ne de ona benzer bir bakış. Ama mahcup. Kız kırgın ama sineye çekmiş. Oğlan, kadınların kendisi için yapacağı fedakarlıkların altında ezilmeyi ama bunu belli etmemeyi, kız ise her şeyi toparlamak için gösterdiği çaba karşılığında bir teşekkür bile göremeyip bunu olağan kabul etmeyi işte bu yaşlarda öğrendi. Kadın burada bir kız kardeş olarak tüm özelliklerini sergiledi.
Okuduğu liseden evine dönen genç kız, bir toplu taşıma aracına bindi. Elinde kitapları, at kuyruğu yapılmış saçları ve üzerinde sade ama güzelliğini ve gençliğin verdiği parıltıyı söndüremeyen üniformasıyla çok hoş görünüyordu. Araca bindi. Ayaktaydı. Kitapları ağırdı ve onları tek eliyle tutmak oldukça zordu. Araç hareket etti. Dengeyi sağlaması zaten yeterince zorken bir de yanında duran adam sürekli ona çarpıp dengesini daha çok bozuyor ve kitapları tutmasını zorlaştırıyordu. Adam sık sık özür diliyordu ama bunu yaparken yüzündeki pişkin gülümseme affetmeyi zorlaştırıyordu. Genç kız çok sinirlendi. Adamın yanlışlıkla çarpmadığı belliydi. Fakat bir şey diyemedi genç kız. Alttan aldı. Sustu. Kişiliğinin oluşmaya devam ettiği önemli bir yaşta, haksızlıklar karşısında sessiz kalmayı kalıcı olarak karakterinin özüne işledi. O bir genç kızdı.
Çocukları son derece sağlıklı, evi tertemiz bir anne. Aynı zamanda bir iş kadını. Yorgunluk kendisi için sıradan bir kelime... Zaman en büyük düşmanı ve görevler hayatının merkezi. Kusursuz bir sofra kurdu o akşam anne. Dört çeşit yemek, evdeki herkesin severek yiyebileceği yemekler elbette. Masada toplandı aile. Yemekler bir güzel yendi. Sessizce. Hayır, sohbet edildi elbette ama ''Eline sağlık.'', ''Çok yoruldun mu bugün?'' ya da ''Bir sonraki yemeği hazırlarken beni de çağır yardım edeyim.'' gibi cümleler duyulmadı. Anne bu sebeple görevi bildi her akşam yemek hazırlamayı, kusursuz olmayı. Takdir mi? O yalnızca sözlüklerde bir satır yer kaplayan bir kelimeydi. O bir iş kadını ve anneydi.
Değerlisin diyerek öyle hissetmelerini sağlayamazsınız bu üç kadının. Herkes gibi, sen de çok önemlisin! Boş, gerçekten anlamsız geliyor kulağa. Yapması gereken çok fazla şey var bir kadının. Ya da yapılması beklenen, üzerine yıkılan... Hepsini de en iyi şekilde yapar kadın. Yirmi dört saate sığdırmak her şeyi, hayranlık uyandırıcı. Bir de kusurları örter kadın. Durumları idare eder ki huzursuzluk çıkmasın. Her gün, her ay, her yıl başarır bunu kadın. Ve kıymeti bilinmez. Susar, karşı çıkmaz ve yapmaya devam eder. Ne yazık ki dur yoruldun denmez, hep daha fazlası beklenir. Kadın değerlidir, erkekler kadar... Ama değer vermek başka bir şeydir. El üstünde tutmaktır. Kıymet bilmektir. Destek olmaktır. Gerekenler yapılmadıkça geç kadının karşısına bir milyon kez değerlisin de, komik olursun. Benden söylemesi!
Yorumlar
Yorum Gönder