İçimde Bir Güneş Doğmadıkça (Yorgunluk Üzerine Bir Yazı...)

      Günlerden herhangi bir gün, sabah saati. Çaldı saat ağır ağır. O da yorgundu sanırım benim gibi... Gözlerimi açmak istedim, başaramadım. Her bir göz kapağımda birer ağırlık vardı sanki. Hatta öyle gerçekçiydi ki bu ağırlık tüm dünyanın derdi, acıları ve yorgunluğu birikmiş gibiydi gözlerimde. Zar zor araladım gözlerimi ama hiçbir değişiklik olmadı gördüklerimde. Etraf yine karanlıktı. Sanki içimin rengi dışarı taşmış ve tüm odayı doldurmuş gibiydi. Bu kadar karanlık dışarıdan olamazdı...

      Yine uyandım kapkaranlık bir güne. Birkaç saat sonra güneşin doğacak olması bile bir anlam ifade etmedi yorgun yüreğime ve zihnime. O aydınlık sızmadıkça içime... Yataktan kalktım yorgun bir şekilde. "Sanırım dinç olmak kelimesi lügattan kaldırılmıştı!" diye düşündüm bir an kendi kendime. Uyku bile yetmiyorsa eğer... Gülüp geçemedim de bu düşünceye.

     Hazırlandım. Kalem de çektim yorgun gözlerime. Bitkinliğimi saklasın diye. Saçımı sadece taradım. Kolumu kaldıracak gücüm var mıydı? Ya da istiyor muydum güzel görünmek? Her neyse! Ayakkabılarımı geçirdim ayağıma bu sefer de düşmeden. Öyle ya da böyle, sokağa çıkma zamanıydı. Bir gün daha bitmek için başlamalıydı. Bugün de benden önce başladı, ağır ağır ve sonra çok hızlı.

     Durağa yürürken gözlemledim yine etrafı. Gördüğüm dünkünden farklı değildi, yorgunluk! Başka ne olabilirdi ki? Hem çok belirgin hem de çok gizliydi. Herkes samimi bir şekilde bitkindi. Uykulu yürüyüşlerin, dalgın çarpışmaların ve alışkanlıktan ibaret olan pardonların ya da sessizce ve öfkeyle yürümeye devam edişlerin hepsinin, her şeyin, herkesin nedeniydi yorgunluk! Budur belki sebebi diye düşündüm bir an ama devamını düşünmek istemedim, halim yoktu.

  
     Ama bu sefer düşünmek istedim. "Neydi bizi bu kadar yoran?" diye sordum kendime. Sonra
etrafıma baktım tekrar, cevabı aradım aynı yorgun yüzlerde. Görmüyorlardı! Benim gördüklerimi görmüyorlardı! Kış mevsiminde dallarda can bulabilmiş beyaz bir çiçeği ve fırtına çıktığında tutunamayan birkaç parça beyaz yaprağın havada kar misali uçuşmasını ve kuşların bundan heyecan duymasını ve coşkuyla uçuşunu, fırtınaya karşı... Göremiyorlardı! Herkes kendi fırtınasına karşı koşarken göz önünde görülmeyen ne çok güzellik vardı! "Aslında bu göremeyişleri görmek de çok acı!" dedim kendime. O an neden bilmem, canım yandı. Sanırım beni de yoran şey bu acıydı...
  

    Yanışım geçmedi bu sefer, bugün susturamadım. Bir yağmur gibi yağdı üzerime gerçekler. Acımasız ve haddinden fazla uzun sürdüğünü hissettiğim, gerçek anlamda bir sağanak yağmur gibi. Kısa ama sert cevaplar verdi gerçekler yağarken...

    Günün tarihini biliyordum ama kış mevsiminde olduğumu neredeyse unutmuştum. Belki de sebebi
buydu yanlışlıkla on iki yerine on bir yazışımın deftere, tarih atarken. Havanın soğuk mu sıcak mı
olduğu hep bu şekilde kendimi bildim bileli gözümden kaçarken.

     Gerçekler hemen susmamaya kararlı görünüyordu bugün. Şimdi de tarih denilen şeyin rakamdan fakat günün ise andan ve anıdan ibaret olduğunu vurdu yüzüme. Peki ama ben hangi bir günü unutulmaz bir anıya çevirebilirdim ki? Aslında buna gerek var mıydı? Bilmiyordum. Tek bildiğim bunu yapacak gücüm yoktu bugün de. Derken gerçekler üzerime yağmaya başladı yine. Sanırım bu sefer işleyecek iliklerime.

     Şimdi, fırtına o küçücük bembeyaz yaprakları savururken gözümün önünde, öbek öbek kar gibi uçuşurken havada, bu kez hiçbir şey hissetmiyorum! Ne coşku ne de acı. Korkarım ben de göremiyorum artık gerçek olan hiçbir şeyi. Değil içinde arkasında kayboluyorum uçuşan beyaz yaprakların. Anlamında kayboluyorum, varlığında kayboluyorum, yokluğunda kayboluyorum ve
görünmezliğinde... Fakat bakmıyorum bile beyazlığa. Ben beyazın arkasında gördüğüm karanlıkta
kayboluyorum. Şimdi benim herkesten ne farkım kaldı?

     Aslında bu kadar karanlık da dışarıdan olamaz. Beyaz varken siyah görülemez, olmaz. Gündüzse şuan, gölgeler gece degildir, öyle de sanılamaz, olmaz. Şimdi biraz daha anlamlandı içimdeki acı. Gerçekler bu sefer çok haklı. Yorgun olan benim, yorgunluğu gören de. Herkesi yorgun zanneden de benim. Meğer gece sandığım her şey ve herkes yalnızca gölge. Öyleyse neden içim karanlık benim? Aydınlığı iyi tanır ve severken. Şimdi tüm ışıkların adını ezbere bilsem yetmez. Gördüğümde hemen tanıdığım beyaz yapraklar da fayda etmez. Karanlıkta boğulmalar bitmez, içimde bir güneş doğmadıkça...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçimden Bir Ses Kalk Çalış Diyor... Neyse sustu!

Mutluluk Pastası (Farabi'den Alıntılarla)

Bu Kutu Bildiğiniz Gibi Değil! (Kutu Filmi)