Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Haydi Gökyüzü!

Resim
                                        Şehrin kalabalık caddesindeyim. Kaldırımın duvarla bitişen yerinde. Sırtımı yaslıyorum. Başımı kaldırıyorum. Uçsuz bucaksız uzanıyor gökyüzü gözlerimin önünde. Açık mavi rengi, sökülmüş pamuk gibi biçimsiz, parça parça bulutlarıyla... Derin bir nefes alırken iniveriyor başım benden habersiz. Gözlerim yine şehirle karşı karşıya geliveriyor. Hiç istemediğim halde görüyorum insanları ve acınası telaşlarını. Koşuyorlar oraya buraya. Yüreklerinde kaygı ya da acı kim bilebilir... Dalgınlar, yorgunlar, solgunlar! Olmak istediğim insanlardan çok uzaklar. Peki ya ben. Koşmalı mıyım onlar gibi? Ya da koşuyor muyum farkına bile varmadan? Nefret ettiğim şeyi mi yapıyorum? Şimdi düşünmek istemiyorum bunları. Gökyüzü demiştim. Evet evet, bu iyi. Gök, mavi, bulut ve şehir! Ah şehir! Kalıcı değilsin ki gökteki bulutlar gibi. Bağlanmak istemem sana. Sa...
Merhaba. Uzun süredir yazı yazamadığımı fark etmişsinizdir. Sırf yazmış olmak için bir şeyler yazmak istemedim. Kendimi hazır hissettiğimde tekrar paylaşımlar yapacağım umarım. Herkese iyi akşamlar :)

Ah Çocukluğum, Çocukluğum...

     ''Hey çocuk!'', ''Ayol daha çocuk bu!'' ve bir de ''Sen büyüme, hep çocuk kal, masum kal...''gibi gibi... Hayatımızda yeri yadsınamaz bir dönemdir çocukluk ve yukarıda yer verdiğim gibi pek çok cümlede geçer kendileri... Yaşın kaç olursa olsun sen ve çocuk/çocukluk kelimesi aynı cümlede karşılaşıverirsiniz aniden. Tesadüf mü bu? Değil, bu çok açık.      Çocukken ne çok ağlardık. Hem de boyumuzdan küçük meselelere. Yok oyuncağım kırıldı, yok istediğim alınmadı, ama bu haksızlık filan... Fark ettin mi ortak noktasını o gözyaşlarının? Bir şeyler istediğin gibi gitmedi? Şimdi büyüdün değil mi? Kocaman oldun. Hayatın yükü omuzlarında. Ay çok yazık sana! Geçen gün ağlarken gördüm seni? Nedenini sordum. Uzun uzun anlattın. Ne geldi aklıma biliyor musun? Yine bir şeyler istediğin gibi gitmemiş. Ve sen yine hüngür hüngür ağlıyorsun. Yazık. Çok yazık. Hayatı fazla ciddiye alıyorsun.      Ne çok gülerdik çocukken. Ama yetişkinler gibi yarım...

Değerliyim, Değerlisin, Değerliyiz, Falan Filan...

Resim
     Hiçbir varlık, canlı ya da cansız, gereksiz değildir bu alemde. Yaz ayında elinizle kovaladığınız sivrisinekten tutun da altından geçtiğiniz ağacın dalından kopup ayak ucunuza düşen sararmış bir sonbahar yaprağına kadar... Hepsi değerlidir, gerçekten, hepsi! İnsanlar! Onlar da değerlidir. Genci yaşlısı, kadını erkeği... Ne güzel değil mi böyle düşünmesi! Yanlış demiyorum söylediklerime fakat sözde kalıyor ya hani. Sohbetlerde güzel güzel dökülüveriyor dilimizden de sonra havaya karışıp yok oluyor ya ''Herkes değerlidir'' düşüncesi. Ne acı değil mi?      Evin küçük oğlu ile onun kız kardeşi birlikte oyun oynuyordu. Oğlan meraklı ve aceleci, kız özenli ve dikkatli. Aceleden mi ne kırıverdi oyuncağı oğlan. Eyvah! Sesi duyan anne ve baba hemen kardeşlerin yanına geldi. Ve işte o soru: ''Hanginiz yaptı?''. Bir dakikalık bir sessizlik. ''Ben yaptım!'', dedi kız kardeş ve güzel bir azar işitti. Neyse ki bu sefer okkalı bir tokata den...

Son(suz) Aşk Filmi

Resim
    "Hayat sonsuz zannedilen bir gündür.", "Önemli olan bugündür, şu andır!" gibi pek hoş ama bir yandan gerçekleri bir tokat gibi yüzümüze çarpan, duygu dolu bir film izledim bugün. Baş rollerinde Fahriye Evcen ve Murat Yıldırım'ın yer aldığı film sanıldığı gibi sıradan bir aşk hikayesi ya da bir romantik komedi değil. Duygusal ve bizleri düşünmeye sevk eden bir film.       Konusunu paylaşmayacağım bu sefer. Biraz şaşırmanızı istiyorum. Hoşuma giden ve paylaşmaya değer bulduğum kısımlar var. Haydi devam edelim yazımıza.      "Benim keşke dediğim bir şey yok!" diyen birini hayal edelim. Gezdiği yerlerin fotoğrafını çekmeyen; "Görüyorum, yaşıyorum ya yetmez mi?" diyen birini... Yaşamanın kıymetini bilen yani. Sevdiği kişiyle vedalaşırken ısrarla söylediği söz: ''Yağmur sonrası ortaya çıkan toprak kokusunu içine çekmeyi unutma, bana söz ver!" olan, içtiği her damla suyun, tenine değen ve saçlarını savuran rüzgarın ve kokladığı...

8 Mart ve Öyküsü

Resim
         Merhaba. Bildiğiniz üzere geçtiğimiz çarşamba 8 Mart Dünya Kadınlar Günü' ydü. Değerli olduklarını her bir kadına hatırlatmak ve küçük hediyelerle onları mutlu etmek için güzel bir fırsattı. Umarın herkes o günü güzel geçirmiştir. Bu güzel günde hediyeler veya güzel sözler biz kadınları mutlu etse de 8 Mart, tarihi arka planı nedeniyle, bizim için ayrıca önemli olmalı. Çünkü bu önemli günün ortaya çıkışı oldukça hüzünlü ve ibret dolu bir olaya dayanıyor.      1857 yılında, Mart ayının 8. gününde, Amerika'da bir şeyler yolunda gitmemektedir. Problem şudur ki fabrikalarda çalışan işçi kadınlar kötü çalışma koşullarının iyileştirilmesini istemiş ve bunun için grev yapmıştır. Grevi durdurmaya çalışan polis, işçileri fabrikaya kilitlemiştir. Kısa bir süre sonra fabrikada yangın çıkmıştır. Ne acıdır ki fabrikadan kaçamayan 120 kadın işçi hayatını kaybetmiştir. Sırf hakkını aradığı için...      İşte 8 Mart' ın öyküsü bu. Ol...

Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan) Filmi

Resim
Aşk bitti Elimden sanki minik bir balık kayıp gitti Aşk bitti İçimden sanki bir şeyler kopup gitti Aşk hiç biter mi? Hiçbir şey olmamış gibi Boşlukta kaybolup gider mi? (Yazan: Nadir Göktürk)      Aşkın, bir başkasıyla tanıştığımızda, ya da zamanla unutulup gideceğini ve hiç bir iz bırakmadan bizi terk edeceğini sanıyoruz ya işte bu çok büyük bir yanılgı. Gerçek aşk asla bitmez, tamamen silinmez ya da yok olmaz. Yaşananlar ve yarattığı duygular hep içimizde bir yerde kalır. Zamanla belki hafifler çektiğimiz acı, güzel anılara olan özlem acıya dönüşür zamanla, ama asla dinmez. Derinlerde bir yerde kendine bir sığınak bulur ve her fırsatta ortaya çıkar, ince bir sızı şeklinde.      Sil baştan filminden kendimce aldığım mesaj işte bu. Filmde hafızalarından birbirini sildiren insanların yine birbirlerine aşık olmaları, aşkın hafızadan silinse bile kalpten silinemeyeceğini bize kanıtlıyor. Filmin başrol oyuncuları Jim Carey ve Kate Winslet oyunculukla...

Ammann Hasta Olmayalımm!

Resim
     Merhaba. Kışın son günlerini yaşarken dört gözle beklediğimiz bahar mevsimi de yaklaşıyor. Hatta bu hafta içerisinde birkaç kez hissettik güneşi içimizde bahar tadında günlerle. Her şey iyi hoş da bir sıcak bir soğuk günler hasta ediyor bizi. Ya da diyelim ki bunu atlattık, bu kez de bahar mevsiminde ortaya çıkan alerjik hastalıklar tedirgin ediyor bizleri. Ne mi yapmalı? Cevabı bir alt satırda...      Öncelikle bahar mevsiminin ilk ayı olan martın kazma kürek yaktırdığını unutmamak gerekir. Güneşli bir gün geçiyor olsak da mutlaka yanımızda ince bir hırkamız, olası bir soğuk esintiden koruyan atkı ya da fularımız olmalı. Bir de mutlaka ince de olsa mont giymeli. Kalın kazak gereğinden fazla sıcak tutacağı için sorun yaratabilir. O nedenle ince kazak veya tişört üzerine hırka yani kat kat giyinmek iyi bir tercih olabilir.      Bir diğer tedbir gerektiren durum ise polen alerjisi. Dışarıda olduğunuzda havada uçuşan polenlerden...

Kusurlarımızla Biz Çok Güzeliz! (Mary and Max Filmi)

Resim
      Merhaba. Bu hafta izlediğim film (Mary ve Max Filmi) öylesine yüreğime dokundu ki izlemeyen kalmasın istedim. Mesajı oldukça net bir film: Herkesin bir kusuru vardır, mükemmel insan yoktur ve hepimiz kusurlarımızla çok güzeliz.      Konusu: Avustralya'nın çok da gösterişli olmayan bir mahallesinde yaşayan Mary, sorumsuz, ilgisiz ailesi ve içine kapanık, özgüvensiz hali nedeniyle yalnızlık çekmektedir. Ta ki tesadüfen New York'ta yaşayan Max Horowitz'in mektup adresini bulup onunla mektup arkadaşı olana kadar. Mary 8, Max 44 yaşındadır. Fakat dostlukları ne yaş farkına ne de mesafelere aldırmaktadır.     Film bizi açıkça empatiye davet ediyor. Yalnızlık çeken, yaşadığı topluma uyum sağlamakta problem yaşayan insanların ne kadar çaresiz hissettiğini bir parça da olsa hissettirebiliyor film. Sonra birden şunu fark ediyoruz: Biz de filmde anlatılan insanlardan çok da farklı değiliz. Hangimizin özgüveni tam? Ya da hangimiz bir topluluk iç...

Kişisel Bir Yol, Evrensel Cevaplar! (Hermann Hesse, Siddhartha adlı kitabı)

Resim
     Gözlerimizi açtığımız her sabah, ve her sabah gözlerimizi açtığımız bu dünya, birbirinin aynı, koşturmayla geçen günler... Zaman zaman sorgulatır bize: Ne için yaşıyoruz biz? Amacımız ne? Nedir bu hırs bizi saran? Hani bir önceki hedefimiz sondu? Hani o da olsun da başka bir şey istemiyorduk?..      Bize huzur vadeden evler, arabalar ve para; kalabalık arkadaş çevresi ve ailemizin sonsuz sevgisi ile tatmin ettiğimiz ama bir türlü doyuramadığımız onaylanma ihtiyacı ne zamana kadar oyalayacak bizi? Gerçek anlamda huzuru hissettiğimiz o nadir anlar keşke daha uzun sürse değil mi?     Siddhartha da bizden farklı değil. Arayışları, çırpınışları, yanlışları ve doğruyu buluşları ve hiçbir zaman dinmeyecek sandığı, bilgiye ve huzura karşı olan susuzluğu. Bizden farkı ise buluşu! Ne mutlu ona ki susuzluğu dindi ve huzura erdi hem de kalbi atarken!..     Genç bir Brahman'dır Siddhartha. Kendisine gösterilen hayatı yaşarken, gelenekl...

Yeni yazım çok yakında

Resim
        Çok yakında Hermann Hessse'nin ''Siddhartha'' kitabını tanıtan yazımla buradayım. Birkaç gün sonra görüşmek üzere, takipte kalınnn... :)

Kötü Çocuk Filmi

Resim
     Merhaba. Bu hafta size kötü çocuk filmini tanıtmak istedim. Biraz konusu, biraz da yorumu. İşte başlıyoruz...      Sürprizlerle doludur ya hayat. Ama bizim de mutlaka bir planımız vardır ya hani. Öyle olursa böyle yaparım, şöyle olursa böyle... Peki ya aslında hiçbir şey sandığımız kadar kontrolümüz altında değilse? Mesela hesapta aşk olmadığı halde dört bir yanımız aşk olduysa?      Filmin konusu: Genç kızımız Kayla'yı babası doğduğu gün terk eder. Babasını hiç tanımadan büyümüştür kızımız. Annesi kendini kızına adar, maddi gücü olmasa bile... Yıllar sonra baba geri döner, pişmanlıkla. Kızının en azından eğitimini tamamlayana kadar kendisiyle yaşamasını ister. Maddi gücü yerindedir babanın ve sırf bu nedenle annesi bu teklifi kabul eder ve kızını gitmeye ikna eder. Kayla ikna olmuş gibi görünse de geri dönmenin yollarını arar. Planı kötü bir arkadaş edinip, babasını kızdıracak şeyler yapmaktır. Böylece babası onu kendi elleriyle...

Bir genç kızın günlüğünden bir alıntı

     Gün ağardı ve ben gözlerimi açtım, marka telefonumdan gelen popüler alarm sesiyle... Kırmızı, ünlü ... marka masa lambamın ışığını yaktım. İyiki içine en iyi ampulü yerleştirmişim. Tasarruflu olanlar bu kadar iyi aydınlatmıyor.      Sevdiğim son moda kazağımı giydim, pembe olanı. Kaz tüyü montumu ve sağlamlığından emin olduğum kaliteli çizmelerimi ayağıma geçirdim. Sokağa çıkmaya hazırdım. Adımımı dışarıya attım ve dört bir yanı reklam tabelalarıyla dolu sokakta yürümeye başladım. Tabelalara göz attığımda fark ettim ki sahip olmadığım pek çok şey var!      Bu cümlelerle başlıyordu genç kızın günlüğü. Tıpkı tarif ettiği gibiydi her şey: baştan aşağıya marka giyinmesi, çevresindeki her eşyanın da marka olması ve reklam tabelalarıyla dolu sokak. Ona yetiyor muydu sahip oldukları? Hayır! Daha fazlasını ister miydi? Evet! Peki ya bu doyumsuzluk yalnızca eşyalar için miydi?      Özel hayatında da durum benzerdi genç kız iç...

Sense and Sensibility (Aşk ve Yaşam Filmi)

Resim
    Merhaba. Bu hafta size Jane Austen'in Sense and Sensibility (Akıl ve Tutku) kitabından uyarlanan Aşk ve Yaşam filminden bahsedeceğim. En baştan söyleyeyim, filmin baş rollerinde Emma Thompson'un oynadığı versiyonu öneririm. Thompson'un oynadığı filmdeki diğer oyuncular ve oyunculuklar da harika.      Duygu mu mantık mı? Keyfimizce yaşadığımız özgürlükler mi üzer bizi yoksa duyguyu terk ederek sıkı sıkı sarıldığımız mantık mı yarı yolda bırakır? Bu sorunun cevabının peşinde bu film. Konusunu öğrenmek isterseniz o da burada buyurun: Norland Park'ta yaşayan, mülk sahibi Henry Dashwood hayatının son günlerine yaklaşmaktadır. İki evlilik yapmıştır kendisi ve mirası elbetteki üç kızına değil, diğer evlilikten doğan oğlu John Dashwood'a kalacaktır. O dönem İngiltere'de kadınların hakları pek azdır. John Dashwood'a, babası  üç kıza her yıl geçinebilecekleri kadar para yardımı yapmasını da vasiyet etmiştir. John Dashwood ve eşi öyle düşüncelidir ki(!) öden...

Kar Beyaz!

     Merhaba. Öncelikle 2017 yılına girmiş bulunmaktayız. Umarım hepimiz için güzel bir yıl olur. Yeni yıldan hepimizin bir beklentisi, benim ise bu konu hakkında söyleyeceklerim var.      Öncelikle yeni bir yıla girmek bazıları için yalnızca takvimlerin ve rakamların değişmesidir. Bu fikre şu yönüyle katılıyorum: Hiç bir şey değişmeyecekse hayatımızda, öyleyse evet farklı olanlar yalnızca rakamlardır.      Bir diğer mesele ise yeni yılın tamamen farklı olacağına, bize mucizeler getireceğine inananların olmasıdır. Bu elbetteki kötü bir şey değil, umut güzeldir ve herkese lazımdır. Fakat unutulmaması gereken şudur bence: Biz adım atmazsak, ulaşmak istediklerimiz bize koşarak gelecek değildir. Yani yeni yılın çok farklı, çok güzel ve mucizelerle dolu olması da bize bağlıdır. İnsan öyle bir canlıdır ki kendi mucizesini arar bulur hatta kendi yaratır.      Dışarıda kar yağıyor. Yerler beyaz. Araçlar, binalar, yürüyen insanlar...
Merhaba. Yaşanan olaylardan dolayı bu hafta yazı yayımlamayacağım. Affınıza sığınıyorum. İyi haftalar.